Bu telefon işi çok acayip. 15 yaşında pembe yatak örtüsünün üzerine pufidik terlikle serilip, kıvırcık kabloyu işaret parmağında döndüre döndüre telefonda saatleeerrce konuşan kız çocuğu modelini anlamak için ömrümü verdim. O kulak ısınıp ısınıp, telefon ahizesi orta kulağa, üzengi ve çekice bir buharlı ütü işkencesi yaparken car car car, "sonra böyle dedi, şöyle dedi, yani ben de dedim ki ama o Pelinsu'dan hoşlanıyo yani, ama, bak kimseye söyleme dedim, sen de kimseye söyleme, ben zaten kimseye söylemedim, o da söylemem dedi, ben zaten önceden böyle bişey söylendiği için konuşmak istemedim, o yüzden söylemem, sen de anlatırsan bunu küserim bak, hayatta konuşmam, büyük rezillik olur, yani çünkü onun Pelinsu'dan hoşlandığını kimse bilmiyomuş ve biteriz..."diye devam eden konuşmaları içime fenacıklar basarak dinlemek durumunda kaldım bir dönem. Ama bakınız, dikkat çekiyorum, "dinlemek" zorunda kaldım. Alçılara alındım, kulağa ütüyü bastım. Gelin görün ki, hiçbir işime yaramadı bu acılı eğitim. Kız çocuklarının heyecan dolu pratiğine biraz daha gönül verseydim, belki de şimdi nispeten bir nebze anlam içeren telefon görüşmelerinde, "hık"tan öteye geçebilirdim.
İş konuşmalarını bir tarafa bırakıyorum zaten. Onları kağıda nokia template'leri gibi cümlecikler yazarak idare etmeyi öğrendim. spontane soruları da çok panik olursam, "bir saniye bekletebilir miyim?" gibi es'ler vererek geçiştirebiliyorum.
Ama, en acıklısı sevgiliyle konuşma sırasında yaşananlar. Sevgili dediğimiz, hayatımdaki 100. senesini doldurmamışsa eğer, her "alo" sonrası aşılması gereken zorlu bir level bana.
başarıyla atlanan level'lar konuşma tecrübesi olarak haneme yazılıyor, sonra yeni yöntemlerle gıdım gıdım da olsa kendimi geliştirebiliyorum. Ama kanepeye uzanıp televizyon kumandasını bir taraftan ponponlaya ponponlaya, hatta noodle'ı chopstick'lere döndürüp hüplete hüplete, yayım yayım bir rahatlık içinde konuşma seviyesine gelmem yıllarımı alır. ömür törpüsü bir iş bu.
Ben ki, sosyofobikliğin kitabını yazarım, nasılsın sorusuna insan gibi, "iyiyim sen nasılsın?" diye cevap veremem "iyiii.. işte ayh.." filan gibi saçmalama potansiyelim yüksektir, fakat işte yüz yüzeyken en azından şaşkın bir mimik, el kol filanla kurtarabiliyorsun durumu.
telefonda öyle mi?
haır değil, aynen şöyle:
Normal konuşabilen sevgili- Merhaba nasılsın?
Retardo kız çocuğu - Hmm, iyiyimm..
NKS - (burada kendisine yöneltilen bir soru olmadığı için düzen şaşıyor) Ee, napıyosun?
RKÇ - Hiiç işte oturuyorum... (Bu oturmak nedir yarabbim! Kurtulamadım şu kalıptan gitti. İnsan yaptığı işi OTURMAK diye tasvir eder mi?)
NKS - (Kendisi "normal" tepkileme donanımına sahip bir kişi o yüzden soru gelmeyeceğini anladığı için anlatmayı tercih ediyor. Ki iyi ediyor, yoksa tıkanıcaz ölücez bir yerde) Ben de çalışıyorum işte. Toplantı vardı bugün. Çok sıkıcıydı.. bik bik bik...
RKÇ - Hmm.. yazık kötüymüş.. (yazık ne?!)
NKS - Moralin mi bozuk senin? Yorgun musun ya da?
RKÇ - (İşte beklenen an! konuşmak yerine ameliyatlı kedi viklemesini tercih edersen olacağı bu. Normal insan bir derdi varken.. hmmm... mmmff... pfff filan der, ama hayır, kelimeler yanan beyinde kaynamış gitmiş. bir derdimiz yok oysa ki, gayet mutluyuz. şimdi anlat anlatabilirsen)
Yok canım! Nerden çıktı? İyiyim gayet...
NKS - Ne biliyim öyle bir durgun geliyo sesin...
RKÇ - Yok diil... (iddialaşıyor bir de!)
NKÇ - (Çocukcağızın yapacağı bir şey kaldı mı allah aşkına sorarım size) Peki o zaman konuşuruz sonra...
-- Tuhaf sessizlik --
RKÇ - Hmm... tamam bye bye...
NKS - Ba--
ÇAT!
Ayrılın gitsin daha iyi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder